30 Temmuz 2008 Çarşamba

IZDIRAP

IZDIRAP
Bir gül yetiştirdim
Adını SEVİNÇ koydum ayırdılar
Bir gül daha yetiştirdim
Adını MUTLULUK koydum kopardılar
Bir gül daha yetiştirdim
Adını AŞK koydum soldular
Şimdi öyle bir gül yetiştirdim ki
Adını IZDIRAP koydum hala yaşıyor...

aFFeT BeNi SeVGiLiM

Sana yıllar sonra sokakta rasladım
Görmeyesin diye hemen saklandım
Elinden tuttuğun bir cocuk vardı
Sana anne diyordu duydum agladım

Demek evlenip cocuğun olmuş
O pembe yanakların sararıp solmuş
Bu fani dunyanın düzeni buymuş
Kaderimiz buymuş affet sebgilim

Siz gideken sessizce arkanızdan yürüdüm
İçimden döner bakar diyordum
İşte o an çocuck elin kaçtı
Ve sen onu benim ismimle çağırdım

O an yarin bin kat dibine girmek istedim
Bin defa ölmek istedim
Sana bu mutluğu ben vermedim
KADERİMİZ BUYMUŞ AFFET BENİ SEVGİLİM

SeN

seni düşünüyorum,güneşin ışıkları denizden aksedince,
seni düşünüyorum, ayın parıltıları kaynaklara vurunca,
seni düşünüyorum, uzak bir yol üstünde tozlar havalanırken,
karanlık bir gecede, dar bir tahta köprüde bir yolcu ürperirken,
seni düşünüyorum, boğuk uğultularla orda yükselirken dalgalar,
kulak kesilmek için koruluktayım, sık sık herşeyin sustuğu anlar,
uzakda olsan bile ben senin yanındayım , sen de yakınımdasın,
güneş batıyor, biraz sonra beni ısıtacak yıldızlar,
ne olurdu burda yanımda olsaydın!!

Gece, Orman ve Sen

Ormanın büyülü güvenliğinde
Uzandım solan günü eyrettim.
Loş,ıssız yükseklerde baygın,
Yağmurla yıkanmış,geceyle örtülen
Gümüşler maviler yeşiller belirdi.
Daha da karardı orman,
Kuşlar suskundu,büyüyordu sessizlik,
Dinginlik tırmanıyordu tepeye,
Ve tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu...
Biliyordum,
Bilmenin saatiydi bu.
Ve gece ve orman ve sen
Bir olmuştunuz ve ben hemen
Anlayacaktım sessizliğin beni
Şaşırtan ve inciten
O gizli anahtar olduğunu
Neden sendin sen,neden gece sevecen
Ve neden orman bir parçasıydı kalbimin!
Bekledim orda soluk bile almadan
Bir başıma;kutsal üçlü,yavaşça,
Sevdiğim üçlü,birden bir oldular,
Bilmenin o saatinde
Gece orman ve sen
Bir aptalın gürültüsüydü,dertliymiş gibi,
Çatırdayarak,gülerek ve kör gibi yürüyerek
Bastığı yere bakmayan ve hışırdayan
Giysileriyle sesizliği kirleten bir ses.
Bozulmuştu büyü,anahtar terk etti beni
Ve bir süre,yavan berrak sesin yanı başımda
Berrak,yavan bir şeyler söyledi neşeyle
Geldin yanıma ve ördek gibi
Dedin ki 'Manzara burdan ne güzel!'
Dedin ki 'Biraz yalnız kalmak ne güzel!'
Ve 'Günler nasıl da uzadı'dedin
Dedin ki 'Gün batımı ne güzel,öyle değil mi?'
İçimden-içimden,ölmeni diledim Tanrı'dan!

SoN SöZ

Şu an kalbimde savaşlar veriyorum
İçimde kıyametler kopuyor
Gitme ! diyorum
Ama aklıma geliyor
Son kez bakıp gideceğin bu şehir seni bekliyor.
Hazır mı bavulun ?
Bütün eşyaların yanında mı?
Hazır mı sözlerin?
Kolay değil bir ömür susacak
Gözlerin son bakışa hazır mı?
Bir kez daha görmeyecek
Dikkatlice bak..
Çok şeyler değişecek
Ben O Külkedisi olmayacağım
Sende O....
İki olgun insan
Hayat felsefeleri değişmiş
Ya da zaman onlardan çok şey almış
Gönlümüzün dalında yeni yuvalar kurulmuş
Ama bir türlü seni unutamamış
Bir kez daha baktın mı?
Belki bu tatlı kız geldiğinde bir yabancı olacak
Yanindaki erkekle sana el sallayacak
Kaçamak bir tebessümle
Niye geldin ki dercesine....
Ne olursa olsun son kez dokun bana
Gözlerini kapat
Ve yalnızca hisset
Yaşadığımız günlerin anısına
Her dakikasını yaşarcasına
Lütfen sarıl bana
Sımsıkı tut ellerimi
Şu kara tren ayırmasın bizi
Hıçkırıklar istasyonda çınlasada
Herkes bize baksada
Makinist kalkıyor diye bağırsada
Sana son kez sesleniyorum
Seni ÇOK SEVİYORUM.....

DUYGU DOLU ANLAR

Bir sesleniş, eskilerden kalma öyle,
Bir duygu, hasret kokan dizelerde,
Bir damla, yağmurdan kalan geriye,
Ve bir aşk, senden süzülen kalbime..

Bir çiçek, yeni açan güzelliğiyle,
Bir yosun, çakıl taşları arasında öylece,
Bir şarkı, ağlatır tenha köşelerde,
Ve bir güneş, sımsıcak ısıtan hayallerde..

Bir çığlık, karanlık düşlerden meçhule,
Bir yalvarış, beyaz bulutlarla dünden bugüne,
Bir karanlık, korkutan çocuksu heyecanı ile,
Ve bir gün, senden bana kalan tek hediye..

Efenin Bayramı

Eğilmez başın gibi,
Gökler bulutlu efem!
Dağlar yoldaşın gibi;
Sana ne mutlu efem!

Oyna, yansın cepkenin;
Yansın güneşten tenin!
Gün senin, şenlik senin;
Bayramın kutlu efem!...






ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI

Deniz Hasreti

Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor,
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum.
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor;
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum.

Nasıl yaşıyacağım ey deniz, senden uzak?...
Yanıp sönüyor gibi gözlerimde fenerin!...
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak,
Altundan çivilerle çakılmış gemilerin?...

Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgârı;
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları;
Ufkundan yükselmiyen güneşler güneş değil!

Bir gün nehirler gibi çağlıyarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım,
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?..






ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI

Ne İçindeyim Zamanın

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.



Ahmet Hamdi TANPINAR


Selam Olsun

Selâm olsun bizden güzel dünyaya Bahçelerde hâlâ güller açar mı? Selâm olsun sonsuz güneşe, aya Işıklar, gölgeler suda oynar mı? Hepsi güzeldi kar, tipi, fırtına Günlerin geçişi ardı ardına. Hasretiz bir kanat şakırtısına Mavi gökte kuşlar yine uçar mı? Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan, Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan, Dönmeyen gemiler olduk açıktan, Adımızı soran, arayan var mı?...
Ahmet Hamdi TANPINAR

Mavi, Maviydi Gökyüzü


Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı...

Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,

Beyaz, beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.

Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde...

Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.



Ahmet Hamdi TANPINAR

Bursa'da Zaman

Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa'da zaman.

Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk..
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyâsı bu cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.






Ahmet Hamdi TANPINAR

BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE BİR BULUTUN

Başımızın üstünde bir bulutun
Güneşe asılmış gölgesi,
Uzakta toz halinde dağılan
Yoğurtçu sesi,
Gün bitmeden başladı içimizde
Yarınsız insanların gecesi.

Ahmet Hamdi Tanpınar

24 Temmuz 2008 Perşembe

A Benim Kardaşlarım

A Benim Kardaşlarım

Dostum yok ya dostum, düşman arama!
Sağolası kardaşlarım var ya benim...
Melhem diye tuz ekerler yarama
Sağolası kardaşlarım var ya benim...

Menfaat, çıkar olunca şu konu
Kimi kep'i attı kimi şifonu
Ali Cengiz olur oynar oyunu
Sağolası kardaşlarım var ya benim...

Dursun desen de duramaz yerinde
Kırk tilki var her birinin cebinde
Hesap günü gelir çatar birinde
Sağolası kardaşlarım var ya benim...

Huri melek sandığım masum yüzler
Kimi kuyum kazar, kimisi düzler
Ayışığı kadar kâr etmez hiç sözler
Sağolası kardaşlarım var ya benim...

Böbürlenme Çağlari beş kardeşinle
Ne desen boş, ne desen boş nafile
Sağlığında tükürürler leşine
Sağolası kardaşlarım var ya benim...

Muammer Çalar

Alfabem 23'e İndi

Alfabem 23'e İndi

tüm anılarım kaf dağı'nın ardında kaldı
duygularım bir gece kuşunun gözbebeğinde
yel üfürdü,
sel götürdü.
kor aldı
ne'm varsa bu mor dünyada sevmekten öte.
balçık çöktü göz pınarlarıma
içimin en derininde sarı yapraklar
günler düne, dünler güne
hepsi yarına
onlar da beni bırakacaklar..
hatıralar arka odaya yığılmış
hatıralar benden uzak
bana yakın
içimi kavurur her sabah bir kez
karşı minarede titreyen ses
tüm anılarım kaf dağı'nın ardında
kanım bile benim değil artık
duygularım bir baykuşun kanadına sindi,
alfabem 23'e indi...

Zeki Müren

O ve Ben

O Ve Ben

Sana kosuyorum bir vapur icinde
Olmemek,delirmemek icin...
Yasamak;butun adetlerden uzak
Yasamak...
Hayır değil,değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil,
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem
Eli elimin içinde olmalı,
Gözlerine bakmalıyım
Sesini isitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz,
Ara sıra gülmeliyiz
Yapamam,onsuz edemem.
Bana su, bana ekmek, bana zehir;
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.

Sait Faik Abasıyanık

Bayram

Bayram

...

Gelin de bayramı Fatih'te seyredin, zira
Hayale, hatıra sığmaz o herc ü merc-i safa,
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, ta dedemiz demlerinden arta kalan,
Asırlar ölçüsü boy boy asali nesle kadar,
Büyük küçük bütün efrad-i belde, hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,
İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin; Kocaman bir çadır... önünde bütün,
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar; acep içinde ne var?
"Caponya'dan gelen insan suratlı bir canavar!"
Geçin: sırayla çadırlar, önünde her birinin.
Diyor: "Kuzum, girecek varsa durmasın girsin."
Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir ilan,
"Alın gözüm buna derler..." sedası her yandan.
Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:
Gelen yapışmada bir, mutlaka o saplı tele,
Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi
İnince binmede artık onun da hemşerisi:
"Hak okka çünki bu kantar... Frenk icadı gıram
Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam."
"Muhallebim ne de kaymak!
"Şifalıdır macun!"
"Simit mi istedin ağa!" "Yokmuş onluğun, dursun."
O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller
Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller
Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;
Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan
Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer...
Ferag-ı bal ile birden geviş getirmedeler,
Koşan, gezen, oturan, maniler düzüp çağıran.
Davullu zurnalı "dans" eyliyen, coşup bağıran,
Bu kainat-i sürurun içinde gezdikçe,
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence,
Güzelce süslenerek dest-i naz-ı maderle,
Birer çiçek gibi nevvar olan bebeklerle
Gelirdi safha-i mevvac-i iyde başka hayat...
Bütün sürur u setaretti gördüğüm harekat,
Onar parayla biraz sallandırdılar... derken,
Dururdu "Yandı!" sadasıyle türküler birden,
- Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de,
- Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.

"Deniz dalgasız olmaz
Gönül sevdasız olmaz
Yari güzel olanın
Başı belasız olmaz!
Haydindi mini mini maşallah
Kavuşuruz inşallah..."

Fakat bu levha-i handana karşı, pek yaşlı,
Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı,
Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.
Gelen geçen "Bu niçin ağlıyor?" deyip soruyor.
- Yetim ayol... Bana evlat belasıdır bu acı
Çocuk değil mi, 'salıncak' diyor...
- Salıncakçı!
Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevabına say...
Yetim sevindirenin ömrü çok olur...
- Hay hay!
Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine
Katıldı ağlamıyan kızların setaretine.

M.Akif Ersoy

Kocakarı İle Ömer

Kocakarı ile Ömer

Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e

Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..
O sahabiyi dinleyin, şimdi:

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz..
İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a'râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasıl mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
Durmadan karşıdan selâmlaştık.
Düşünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandı tuttu beni:
Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?
- Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?
- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...
Gel beraber, benimle, üç beş adım.
***
Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...
Şu yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmiş alın,
Çakarak sînesinden âfâkın,
Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor bî-haber içerdekiler
Geçmedik en harâb bir yapıyı,
Yokladık sağlı sollu her kapıyı.
Geldik artık Medîne hâricine;
Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

***
Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
"Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:
-Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.
Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.
-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...
-O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
-Yemek mi? Çömleği sen,
Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var
Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.
-Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
Tek erkeğin de mi yok?
-Hepsi öldü... Kimsem yok.
-Senin midir bu küçükler?
-Torunlarım.
-Ne de çok!
Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?
Ah!
Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?
-Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?
-Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.
-Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medâne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...
Gaza! Gaza! diye git, soy cihânı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,
Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;
- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,
Ömer! Savâik-i tel'in olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:
O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!
"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... "
"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"
Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!
Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,
Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..
Ömer vuruldu bu son sözle...
- Haklısın, teyze!
Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.
***
Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.
- Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?
- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.
Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!
Yetîmin, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer halife iken başka kim çıkar mes'ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?
Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,
Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!
Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!
Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,
Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
- Uzak mı yol? Daha çok var mı?
- Ancak üç beş adım.
Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
- Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
Hemen çakılları çömlekten indirip attı,
Uzandı testiye, yağ koydıı, sonra un kattı.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak
Hemen sönüp gidecek...
- Teyze, yok mu hiç yakacak?
Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;
Zemîni lihye-i beyzâ yı târumârıyle,
Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;
İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!

Ocak tutuştu, yemek pişti;
- Var mı teyze kabın?
Getir de indirelim...
- Var büyükçe bir kap, alın.
Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!
Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl
Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i süıûr;
Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
Dedim:
- Sabâh oluyor kalkalım...
- Evet, haydi!
Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.
***
Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halife'nin evine.
"Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver."
Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledar
Uyuyan şehri kamilen bidar
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi affeyledin değil mi beni?
-Böyle göster fakat adaletini.

İSTİKLAL MARŞI

İstiklâl Marşı

- Kahraman Ordumuza -

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar - ki şahâdetleri dinin temeli -
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy

Cezaevinde Barış Türküsü

Cezaevinde Barış Türküsü

Kalkın kardeşler ışıklar görünmeye başladı
Eski duvarlar değil bu duvarlar
Bir ak kuş gelip kondu kara çatıya
Dünyayı böylesine sardı mı kollar
Ne etsin kelepçe neylesin zincir
Kaç kez gösterdi tarih aldatmayacak bizi
Bu denizli kuşlu dünyada
Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir
Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor
Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını
Çelik canavarlar gibi tanklar değil
Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir

Limanlar barışla çalkalanmış
Çöller dağlar stepler denizler barış fırtınasında
Resimler gördük cezaevlerine yakışmayan
Kitaplar dergiler gazeteler dolusu
Siz bir meydan dolusu gülen esmer kardeşlerim
Kara güller gibi açılmıştınız bir sabah aydınlığında
Asya barış diyor Afrika barış diyor
Elde silah barış diyor
Seren direğinde ufuklara bakan gemici
Avrupalı çıkmış toplama kampından
Ekmek barış türküleri bekliyor
Bombardıman uçakları değil
Karşısına dikilmiş ölüm tüccarlarının
Dünya barış diyor
Sevmek yaratmak yaşamak nedir
Görelim milyara yakın korkusuz cıvıl cıvıl
Görelim Kore'den Çekoslavakya'ya kadar
Düşlerimiz ellerimiz sizinledir
Barış sizinledir

Bu taş duvarlar bu demir parmaklık kardeş
Van Gölü’nden Ağrı’dan Ergene Irmağı’na
Çürüyüp dökülmüş karanlikta kökleri
Mapusane bahçesinde el kadar mavilik
Bir zaman gerili dursun başimizda
Gardiyanlar dolaşsin daha bir zaman
Parmaklik hükmünü yürütsün
Çiçeklerle donatacak kollarini bahar dallari gibi
Karanlikta bariş kervanlarini bekleyen
Çileden çileye batmiş senin emekçi halkindir
Yirmisinde bir delikanli gibi dalip maviliklere
Yirmisinde bir delikanli gibi
Dudaklarindan öpecegim gün
Masmavi özgürlügün
Inan ki yakindir

950 den Notlar

950'den Notlar

Yüce dağ başları dumanlı dumanlı
Irmaklar yorgun ağır
İnsanlar yapayalnız
Nedir üstümüzdeki bu karanlık bulut
Irgatın akşamlara kadar düşündüğü nedir
Yabancı bandıralar bayraklar emirler
Ne maviliklerde ferahlık ne toprakta güven
yurda ölüm tüccarları kurulmuş
Bu vatan bu millet bu bayrak
Satılmaz diyenden hesap sorulmuş
Yollar fabrikalar tarlalar
Bir hançer altında amansız
Dağ taş haber bekler hürriyetten
Nedir bu toprakların bitmeyen çilesi
Nedir nedir nedir
Bu gün karanlıkta apansız
Bir çığlık yükseldi memleketten
Ben bayraksız hürriyetsiz neylerim dedi
Kınalı keklikler uçtu düz ovalardan tabur tabur
Yabancı bu memlekette işin ne
Yerin altında damar damar madenlerimiz var
Bizi bekler
Götürüp top dökemezsin
Dağlarımız ırmaklarımız bize göredir
Tarlalarımız bize kadar
Ekemezsin
Bizim bu toprak için
Bu topraklarda dökülecek kanlarımız var
Elini kolunu sallayarak bu memlekette
Giremezsin çıkamazsın
Biliriz yağmaya geldin yabancı
Senin bu memlekette işin ne

Biliyorum bir gün karanlıkta
Kesecekler yolumuzu
Ya siz çocuklar
Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri
Çocuklar bizim dediğimiz
Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır
Mal değil mülk değil istediğimiz
Size namuslu bir dünya bırakmaktır

VeDaT TüRKaLı

Köroğlu

Köroğlu

Sırmalı cepkeni attı koluna,
Tek elle dizgini gerdi Köroğlu.
Tozlarla atılıp dağın yoluna,
Yeşil muradına erdi Köroğlu.

Dağlar, omuz omza yaslanan dağlar,
Sular kararınca paslanan dağlar,
Azatlık ufkunda rastlanan dağlar;
Bu dağlara gönül verdi Köroğlu.

Dağların ardında kalınca çile,
Köroğlu yeniden gelmişti dile;
Ak saçlı anadan geçilse bile,
Dağlardan geçilmez derdi Köroğlu...

Allah Derim

Allah Derim

Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin;
Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem!
İsterseniz hayat aşını verin;
Sayılı nimetler bal olsa yemem!

Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?
Ebedi oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!

Necip Fazıl Kısakürek

Makber

Makber

Eyvah ne yer ne yar kaldı
Gönlüm dolu ah u zar kaldı

Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden

Ben gittim o haksar kaldı
Bir köşede tarumar kaldı

Baki o enisi dilden eyvah
Beyrutta bir mezar kaldı

Bildir bana nerde nerde Ya Rab
Kim attı beni bu derde Ya Rab

Nerde arayayım o dil rübayı
Kimden sorayım bi-nevayı

Derler ki unut o aşnayı
Gitti tutarak reh-i bekayı

Sığsın mı hayale bu hakikat
Görsün mü gözüm bu macerayı?

Sür'atle nasıl da değişti halim
Almaz bunu havsalam hayalim.

Çık Fatıma! lahdden kıyam et
Yadımdaki haline devam et

Ketm etme bu razı şöyle bir söz
Ben isterim ah öyle bir söz

Güller gibi meyl-i ibtisam et
Dağı dile çare bul meram et

Bir tatlı bakışla bir gülüşle
Eyyamı hayatımı temam et

Makber mi nedir şu gördüğüm yer
Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber.

Abdülhak Hamit Tarhan

Elâ Gözlüm Ben Bu İlden Gideyim

Elâ gözlüm ben bu ilden gideyim
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melil melil

Yekin ey sevdiğim sen seni düzelt
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver bâdeyi bir dahi uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil

Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yâr melil melil

Karac'oğlan der ki ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil

Karacaoğlan

Yaşamak


YAŞAMAK
Biliyorum, kolay değil yaşamak,
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...
-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.


Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hala yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil;

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.



Orhan VELİ

İstanbul'u Dinliyorum

İSTANBUL'U DİNLİYORUM
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.

                   Orhan Veli

Etiketler: , , , , ,

Olmayan Sabah

Saat üç,
Tüm insanlar uykuda, sende,
Bir ben ayaktayım yalnızlığımla,
Bir bu şehrin ışıkları, bir de gece,
Çıkmaz sokaklarda dolandım.
Hesaplar tutmadı yine,
Aşk el sallıyor bir pencerede,
Uzaklaştıkça uzaklaşıyor benden,
İşte gidiyor yalnızlık ekspresi,
Yaşlar dökülüyor gözlerimden,
Uykularımı bölüyor bir kadın sesi,
Sırılsıklam uyanıyorum,
Sigaramın dumanında savuruyorum.
Çocukluğumu ve yiten gençliğimi.
Üstüne bir de sensizlik ekleniyor.
Bir bardak suyuma karışan zehri,
İçiyorken, sen kaçıncı uykudasın.
Kimliksiz kaçıncı sevişmendesin sevgili.
Düşündükçe, çıldırıyorum.
Gece yarılarının ayazında,
Bedenimde bir ateş, bedenim buz kesmiş,
Üşüyorum, aldırış etmeden yazıyorum.
Akıl erdiremiyorum bu nasıl iş.
Seni düşünmeden edemiyorum.
Saat üçe on geçiyor,
sabaha daha çok var işte.
Sensizliğim, çıkmaz sokaklar gibi,
Bir türlü varamıyorum sana,
Yanaklarım ıslanıyor, ağlıyorum,
Bu şehrin yağmurlarına karışıyor.
Senin için dökülen göz yaşlarım,
Yine sensizliğimi haykırıyor.
Kucak açıyor yine yalnızlığım.
Sen uyuyorsun, tüm insanlık uyuyor.
Bir ben, bir yalnızlığım,
Bir gece bir bu şehir ayakta,
Seni bekliyorum sevgili, ayaktayım,
Daha çok var olmayan sabaha


Baki Evkaralı

Misafir Şiiri

hüzünlü bir gecenin sessizliğinde
o vakit duymuştum sesini ilk
yıldızlar misafirdi o an bana,sen misafirdin
geçilmez yolların viran şehirlerindeki benliğime
seni saklamıştım yine ben,varlığını saklamıştım

gecelerime nakşettim seni ilmek ilmek
sırrın kadem bastığı yerde
ben bilecektim seni tek
ben söyleyecektim seni
ve ben görecektim lale misali gözlerini...

Abdullah Yıldırım

Sen Gidersen

Sen gidersen nefes alamam ben bu şehirde
Hep bir yanım eksik kalır sensizken
İçim bu kadar doluyken seninle
Beni boşluğa bırakıp gidemezsin
Ayakta duramam, yaşayamam ben sensizlikte...

Sen gidersen nefes alamam ben bu şehirde
Her yanında anılarım var adım atamam
Her kokladığımda havayı kokun var
Beni sensiz bırakıp gidemezsin
Bittiğim andır sensiz kalmak, yaşayamam ben...

Özlem Tokat

Etiketler: , , , , ,

Kadınım

Sen okyanuslara kavuşmayı özleyen,
Ben yağmur damlası gri bir bulutta,
Yatağı kurumuş bir nehirsin sen,
İçinde gizlediğin çağlayanım.
İlkbahar gelmiş gibi hücreme,
Çiçekler açmış her yanım.
Uç vermiş dalların meyveye gebe,
Ve şimdi ıslanma vaktidir.
Kırk ikindi yağmurlarında.
Korkma incinmez ruhun,
Çığlıklarını saplarken dudaklarıma,
Geldik işte sonudur yolun,
Biliyorsun iki cihan bir olsa,
Vuslatı bilmeyecek bu ten,
Ya sen alıp gideceksin beni,
Yahut kaçıracak olanım ben,
Bir dünya kuracağım sana,
Güneş etrafında tavaf ederken,
Eflatun bir gökyüzü vereceğim.
Yıldızlar seni kıskanırken,
Ben vadinin derinliklerinde gezineceğim.
Kendi yağmurlarında ıslanacaksın.
Saçların kızıl olacak,
Volkanlardan alacak rengini,
Dudaklarında kırmızı saklanacak,
Ateş kıskanacak esmer tenini,
Ben kahverengi bir dağın zirvesinde,
İzleyeceğim denizlerden derin gözlerini,
Susacağız ikimiz, ben sana susayacağım.
Kan ter içinde gelirken sana,
Soluk soluğa bir aşk yolunu adımlarken,
Cansız bedenim düşecek yanına,
Kanadından vurulmuş kuş gibi,
Bir sigara yakıp, içime çekeceğim.
Güzeldi seni yaşamak derken,
Pencereler ıslak, sokaklar ıslak,
Caddeler sırılsıklam, sen ıslakken,
Sana doyasıya, korkusuzca sarılacağım.
Kulağına o güzel sözleri fısıldayacağım.
Yasak meyveyi dişlemek güzeldir.
Haydi, hayatı bir daha yaşayalım.
Sen gel bana dalgalar gibi,
Ben senin kuytuluklarında saklanayım.
Kimselere yar etme, çek beni kendine,
Seni hayat tadında yaşayayım, kadınım.

Baki Evkaralı

Etiketler: , , , , , , ,

İmkansız

Sevginin ta kendisiydin benim için
Aşk ise senin yanında sönük bir yıldız
Kulaklarımda çınlıyor ettiğin yeminler
Dönme istemem artık, kabullenmem imkansız

Mahkum ettin beni kalbine
Kalem kırdın, idam ettin aşıkımı
Bir söz değil bin söz gelsede dilime
Sana söyleyemem, söylemem imkansız

Gittin ya nasıl oldum bilir misin?
Geceydi gittiğin zaman ,gidişinle kaldım yıldızsız
Yandım yeterince sensizliğinle zaten
Kora dönüştüm, söndüm artık ateş olmam imkansız

Bilmedin ki değerini sevgimin
Ne acılar çektirdin bana, hayat gidişinle oldu anlamsız
Sevgi namına bir umut mu bıraktın ki kalbimde
Geri dönme artık, seni tekrar sevmem imkansız

Etiketler: , , , , , ,

İyi ki Varsın

dokunulmamış denizlerdeki balıklar gibi
sonsuza dek kalbimde, özgürce yüzebilirsin
dost ya da sevgili, iyi ki varsın
sen kalbimin en taze ve en eski aşkısın

dipsiz göklerin varılmamış yıldızları gibi
sonsuza dek ruhumu, aydınlatabilirsin
dost ya da sevgili, iyi ki varsın
sen ruhumun en taze ve en eski aşkısın

Tanrının günahsız melekleri gibi
sonsuza dek ellerimden tutabilirsin
dost ya da sevgili, iyi ki varsın
sen gönlümün en taze ve en eski aşkısın...


İsa Ecem Yılmaz

Etiketler: , , , , , , ,